30 Kasım 2015 Pazartesi

Yeni Kabine: Başkanlık Sistemi ve Savaş’ın hükümeti

Yeni (!) Kabine
7 Haziran seçimlerinden sonra hatırlayacaksınız, AKP işi oldukça ağırdan almış, Meclis Başkanlığı seçimi, “45 günlük görev verme süresi” gibi derken 2 aylık bir süreç sonunda bile Bakanlar Kurulu oluşturulmamıştı. Tabii amaç, yeniden bir seçime kadar ülkeyi oyalamak ve CHP ile MHP’nin koalisyon kurmasını engellemekti. Tayyip, malum, “tek başına” AKP iktidarı dışındaki seçenekleri, AKP’li bir koalisyon ya da muhalif partilerin koalisyonu istemiyordu.
Tabii 1 Kasım’daki seçimleri AKP tek başına alınca, geçtiğimiz dönem uzun süren Meclis Başkanlığı seçimidir, Başbakanın görevlendirilmesidir, 20 günde halledildiğini gördük. 1 Kasım’da seçim oldu, yeni kabine ise 24’ünde açıklandı…
Her ne kadar Başbakan Davutoğlu olsa da Kabine üyelerinin Tayyip tarafından belirlendiği gün gibi aşikar. Bunu yandaş yazarlar da kabulleniyor, maalesef muhalefet de. Bakanlar Kurulu’nun Cumhurbaşkanı olmasına rağmen hâlâ Tayyip tarafından belirlenmesi hem Türkiye açısından pek bir şeyin değişmediğinin göstergesi, hem de aslında çok şeyin değişeceği bir döneme girdiğimizin habercisi. Davutoğlu’nun iyice silik bir siyasi karaktere dönüşmesi ve Tayyip’in hem Cumhurbaşkanlığı hem de Başbakanlığa soyunması“Başkanlık” sistemine fiili bir dönüşü gösteriyor.
Damat Berat Paşa
Kabine’deki tek tek isimler üzerinde durmanın çok anlamı yok. Çünkü Kabine açıklanır açıklanmaz sosyal medyada en çok paylaşılan espri bütün kabinenin Tayyip olduğu resimlerdi. Yeni Kabine’de bakanlar bakan değil, Tayyip’in gölgesi. Ülke fiilen bir mafya rejimi edasıyla yönetilirken bakanlar da mafya babasının görevlendirdiği yöneticilerden öteye geçemiyor tabii ki.
Ancak bir isim var ki, üzerinde durmak gerekiyor: Berat Albayrak. Tayyip’in damadı olmaktan başka bir meziyeti olmayan Berat Albayrak, Enerji Bakanı olarak atanarak tarihe“Damat Berat Paşa” olarak geçti.
Anlaşılan Tayyip, mafya sisteminin değişmezi olan “sadece aileye güven, ailen için her şeyi yap” felsefesiyle hareket etmiş.
Berat Albayrak, hatırlatalım, 17 Aralık sonrası yayınlanan ünlü “sıfırlama tapeleri”nde Çin malı kâğıt öğütücülerine karşı hassasiyetiyle tanınmıştı. 17 Aralık sonrası çıkan tapelerde Erdoğan ailesinin paraları sıfırlama telaşının yanı sıra belgeleri de yok etme çabasına giriştiği ve bir kağıt öğütme makinesi arayışına girdiği ortaya çıkmıştı. Damat Berat Paşa, işte bu tapelerde, Çin malı kâğıt öğütme makinesi almak isteyen çalışanını şu şekilde azarlayarak boy göstermişti:
“Orada dolanma ora 5 para etmez. Ben ona niye para vereyim bir daha. Adam gibi büyük bir şey al. Yabancı marka büyük bir şey al. Büyük bir şey al yani.”
Demek, bayağı bir belge yok etmişler… Neyse, konumuz bu değil…
Damat Berat Paşa’nın onca bakanlık arasında Türk Devleti’nin en büyük ithalat kalemi olan enerjinin başına geçmesi de sanırız pek çok şeyi açıklıyor!
Berat Albayrak’ın bakanlığı bir başlangıç olarak görülmeli. Gelen tepkileri ölçerek, Tayyip, bir sonraki kabineye oğlu Bilal ve kızı Sümeyye’yi de sokacaktır.
Sanırız, TÜRGEV’de milli eğitim müdürleriyle yaptığı toplantılarından da tanıdığımız Bilal’i, fiilen yürüttüğü bir göreve aslen atanmış olarak görebiliriz: Milli Eğitim Bakanlığı.
Sümeyye de ilginç bir şekilde son birkaç yıldır ortadan kaybolsa da, bir dönem Tayyip’in dış gezilerinde yanından ayırmadığı bir isimdi. Sanırız Tayyip’in kızı için aklında olan mevki Dışişleri Bakanlığı. Damat Berat Paşa’nın da bir sonraki kabinede “başarılı” enerji bakanlığı performansının ardından Başbakan Yardımcısı olarak görebiliriz.
Ahmet Hakan da Ali Kemal olma çabasında: Damat Berat Paşa yağcılığı
Tüm Türkiye, Damat Berat Paşa’nın neden bakan olduğunu ve neden özellikle enerji bakanlığına atandığını bilir ve “bu kadar da olmaz” derken şaşırtıcı bir yazı Ahmet Hakan’dan geldi. Yandaş medyada yapılan yağcılıklara alışmıştık. Dönem dönem Ahmet Hakan’ın da AKP yandaşlığına soyunduğu yazıları olmuştu. Ama Damat Berat Paşa gibi çok tepki çeken bir ismi savunacak pozisyona hiç düşürmemişti kendisini.
Aynen şöyle diyordu Ahmet Hakan:
“İstediğin kadar ABD’nin en iyi üniversitelerinde oku. İstediğin kadar dereceler yap. İstediğin kadar uzman ol. İstediğin kadar iyi bir kariyerin olsun. İstediğin kadar göreve en layık adam ol. İstediğin kadar damat olmasan da o göreve getirilebilecek bir isim ol. Değil mi ki damatsın. Kariyerinle, okuduğun mekteplerle, uzmanlığınla kabinede görev almaya en layık kişi olsan da… Kabinenin en tartışmalı ismi olmaktan kurtulamazsın.”
Dedik ya, böyle bir yağcılık hiçbir yandaş yazara nasip olmamıştı. Ahmet Hakan’ınHürriyet gazetesine yapılacak Tayyip darbesinde Genel Yayın Yönetmeni yapılacağı konuşuluyordu kulislerde… Tayyip, buna yanaşır mı bilinmez ama Ahmet Hakan’ın hedefinin bu olduğu biliniyor. Bu yazı, sanırız bu yolda atılmış son adımdır.
Damat Ferit’liğe soyunan Berat Albayrak’la Ali Kemal’liğe soyunan Ahmet Hakan’a bir hatırlatma yapalım. Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı’nın en kudretli isimleri olan bu ikisi tarihe nasıl geçti dersiniz? “Hain” olarak anılmak dışında, Ali Kemal linç edilerek, Damat Ferit Paşa ise kaçtığı Fransa’da yapayalnız öldü.
Yağcılık ve alçaklıkta pervasızlık, çöküş dönemlerinde bir yerlere gelinmesini sağlayabilir. Ama her millet çöküşün ardından bir silkinme dönemi de yaşar. Ve hesabı sorulmamış bir yağcılık ve alçaklık da görülmemiştir…
Anayasa değişikliği sinyali: Türk ifadesi çıkarılıyor
1 Kasım seçimlerinin ardından başlayan en önemli tartışmalardan birisi “milletvekili yemini” oldu. HDP’li vekillerin başlattığı bu tartışmada AKP’liler de hemen Türk karşıtı safta yerlerini aldılar. En çarpıcı açıklama AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’den geldi:
“Hiçbir demokratik ülkenin meclisinde ve anayasasında olmayacak şekilde kötü yazılmış bir yemin metni. İdeoloji kokan, ayrımcılık kokan, baştan sona imla hatalarıyla dolu, tabi ki darbe dönemlerinin anayasasının yemin metnidir”
Tam da bu tartışmaların ardından açıklanan yeni Hükümet Programı’nda geçen şu ifadeler Anayasa’daki “Türklüğün” kaldırılmasının planlandığını gösteriyor:
“Milletin kültürel ve toplumsal çeşitliliğini tanıyan, herhangi bir etnik veya dini kimliğe referans yapmayan bir vatandaşlık tanımını esas alınacak. Yeni ve sivil anayasa, toplumun herhangi bir kesiminin dışlanmasına yol açacak değer yargıları ve siyasal tercihler barındırmayacak.
Anayasa tüm toplumu kucaklayan, kader birliğimizi yansıtan, demokratik denge ve denetim ilişkisini esas alan bir mahiyette hazırlanacak. Yeni anayasa, ortak değerleri ve çeşitlilik içinde birlik anlayışını esas alacak.”
Bu cümlenin altına HDP’nin de imza atacağı malum.
Anlaşılan AKP-HDP el ele Anayasa’yı değiştirecekler. Milletvekili yemin metnini de düzenleyip Anayasa’daki “Türk” ifadelerini çıkaracaklar…
Tayyip zaten seçimden hemen sonra yaptığı açıklamada gerekirse referanduma gidilerek yeni Anayasa’nın hazırlanacağını açıklamıştı. Bunun için AKP’nin 20-25 milletvekilinin desteğine ihtiyacı var. Bu desteği HDP’den almayı düşündükleri yemin tartışmalarıyla ortaya çıkmış oldu.
Tabii, yeni Anayasa demek Başkanlık Sistemi demek. Tayyip’in yana yakıla Anayasa değiştirmek istemesinin nedeni bu.
HDP, 7 Haziran sonrası “buzdolabına kaldırıldığı” açıklanan Çözüm Süreci’nin tekrar devreye sokulması için AKP’ye bu yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi için destek vermekten geri durmayacaktır. “Türklük” ifadelerinin kaldırılması da “hani Başkan yaptırmayacaktınız” diyeceklere sunacakları bahane olacaktır.
AKP de bu vesileyle, eski “yetmez ama evet”çiler ve HDP’yle ilişkilerini de toparlamış olur. Çünkü, malum, bu cephenin ortak düşmanı Türklük…
Yeni Hükümet’in ilk icraatı: Can Dündar’ın tutuklanması
Yeni Hükümet daha güvenoyu almadan ilk icraatını gerçekleştirdi: Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Yazıişleri Müdürü Erdem Gül tutuklandı. Hatırlayın, 1 Kasım’ın hemen sonrasında da Nokta dergisi için aynı tutuklamalar yapılmıştı. Ardından da Samanyolu TV Türkiye uydularından kaldırılmıştı.
Türk Solu’nu 2 yıldır susturmaya çalışıyorlar. Ardından Cemaat basınını hedef aldılar. SıraCumhuriyet’e geldi.
Burada da duracaklarını kimse sanmasın, bir sonraki durak Hürriyet ve Sözcü olacak. Tayyip, savaşa sürüklediği bir ülkede elbette özgür basın istemez. Önce muhalif basın susturulacak ki savaş tamtamlarını rahatlıkla çalabilsinler.
Anlayacağınız Yeni Hükümet’in Türkiye’ye sunabileceği iki icraat var: Savaş ve Yeni Anayasa.
İkisi de Başkanlık seçimine geçiş için Tayyip’in gerekli gördüğü adımlar.
Kısacası bu Hükümet’in önünde kendi kendini imha dışında bir program bulunmuyor…
Tabii bu programın da tek bir sonucu olacak: Türk milletinin uyanışı…

(Türk Solu'nun 506. sayısında yayınlanmıştır.)

28 Kasım 2015 Cumartesi

Tahir Elçi'yi Kim Vurdu?

Bir ölümü resmen canlı yayında izlemiş olduk... Sokaklarda gün ışığında, kameraların karşısında bu silahların patlaması güzelim ülkemin ne hallere getirildiğinin hazin bir göstergesi. Sanki bir mafya filmi izliyoruz...

Anladığım kadarıyla olay şöyle gelişiyor. PKK'lı biri o ara sokağa giriyor. Polisle çatışa çatışa sokaktan geçiyor. O arada Tahir Elçi de vuruluyor.

Tabii yanıt bekleyen soru o PKK'lı o sokağa niye girdi? Tahir Elçi'nin orada olduğunu biliyor muydu? Tesadüf eseri mi o sokağa girdi? PKK'lıların bulunduğu araba polis tarafından mı durduruldu yoksa PKK'lılar bu saldırı için mi arabayı durdurdu?

Yanıt bekleyen çok soru var. Tabii bu tür provokasyonlarda ancak soru sorabilirsiniz, yanıtlar asla bulunamaz...

Peki Tahir Elçi'yi kim vurdu?
PKK'lının silahıyla olabilir.
Kaza kurşunu olabilir.
Fırsat bu fırsat Tahir Elçi'yi aradan kaynatayım diyen bir MİT görevlisi de olabilir.
Bütün bu çatışma Tahir Elçi'ye yönelik bir suikast için kamuflaj da olabilir.
Olasılık çok. Türkiye'nin merkezinde bulunduğu bir dünya savaşına doğru gidilirken, bu cinayetin arkasında olabilecek tonla istihbarat örgütü de var...

Ama önemli olan hangi senaryonun doğru olduğu değil. 


Olay bir AKP-PKK ortak provokasyonu. Anlaşılan Saray-Kandil ittifakı şiddeti tırmandırma kararını vermiş. 

"Başkanlık sistemi daha otoriter, artan teröre karşı böyle bir rejime ihtiyaç var" diyecekler. Bir yandan da "Terör azdı, analar ağlamasın" deyip Çözüm Sürecini tekrar başlatacaklar. 

Kandil ile Saray arasındaki anlaşma şu: Al sana özerkli ver bana Başkanlık...

Benzer bir anlaşma 7 Haziran seçimlerinden hemen sonra da gerçekleşmiş, Kandil ve Saray karşılıklı olarak şiddeti artırarak 1 Kasım'daki sonuçların alınacağı bir ortam yaratmışlardı. 


Anlaşılan Tayyip Başkan olana kadar Kandil-Saray şiddet/terör ittifakı gaz pedalından ayağını çekmeyecek...

27 Kasım 2015 Cuma

Bugün Kara Cuma: ABD'de Tüketim Çılgınlığı




Kara Cuma'da elektronik eşyalar en çok ilgiyi görür.
%50 indirim için birbirini ezen insanlar.
Kara Cuma...

ABD'de (ve İngiltere, Kanada gibi dış temsilciliklerinde) Şükran Günü sonrası ilk cuma Kara Cuma (Black Friday) olarak bilinir. Bu günün özelliği mağazalarda büyük indirimlere gidilmesidir.

Tabii, günümüz tüketim çağı. %50'lere varan indirimler olunca insanlar birbirini ezer...

Mesela ABD'de yaşamış tanıdıklardan dinlediklerimi aktarayım.

Önemli olan mağazaya önce girmektir. Çünkü asıl büyük indirimler sınırlı sayıda üründe bulunur. Mesela normali 500 dolarlık bir TV'yi 100 dolara da alabilirsiniz. Tabii bunun için geceden sıraya girmeniz gerekir. Battaniyenizi alıp sabahlarsınız.

Ancak mağazaya ilk girmek de yeterli değildir. Önceden keşif yapmış olmanız gereklidir. Çünkü o kadar reyon ve raf arasında istediğiniz ürünün nerede olduğunu bilmelisiniz. Bu yüzden insanlar bir gün öncesinden mağazalara gidip hangi üründe en iyi indirim var ve nerede sergileniyor "derslerini çalışırlar".

Tabii, keşif yapmış olmanız da yetmez. Çünkü muhtemelen başkaları da o keşfi yapmıştır. Hızlı olmalısınız. Alışveriş sepeti gibi sizi yavaşlatacak şeylerden uzak durmalı, hedefinize odaklanmalı ve bütün hızınızla koşmalısınız. :)

219'dan 139 Sterline inmiş TV için meydan savaşı...
Bütün bu tüketim çılgınlığı (tabii bu zamanla budalalığa dönüşür) Kara Cuma'larda komik görüntüler oluşturur. Birbirini ezen müşteriler... Kapılar açılınca ezilen mağaza görevlileri... Kalan son TV için döüşen insanlar... Bağıranlar... Çağıranlar...

Komedi bazen trajediye de dönüşür. O kadar ki 4-5 sene önce bir mağaza çalışanı izdihamda ezilerek hayatını yitirmişti. Geçen sene de bir hamile kadın ezilerek düşük yapmış.

Gözünüzde canlansın diye İngiltere'den birkaç resim paylaşıyorum. Bir kadının uğruna yerlerde sürüdüğü TV'deki indirim ise öyle hım şahım değil: 219'dan 139 sterline düşmüş... Yani 80 sterlin için şu rezaleti yaşamış. Ve emin olun o 80 sterline hiç de muhtaç biri değildir.

Ne diyeyim, Allah akıl fikir versin.

Bir de video görüntüsü paylaşayım. Youtube'da binlercesini bulabilirsiniz. Ben herhangi birini paylaşıyorum.

(Görüntülerde battaniyesiyle koşanlara dikkat. Önceki akşamdan beri oradalar belli)

Sadece ABD mi? Elbette değil. Küreselleşme çağında da tüketim çılgınlığı virüs gibi bütün ülkelere yayılmış durumda. Kara Cuma'nın bir benzeri Türkiye'de olsa, emin olun aynı görüntüleri görürüz... Geçenlerde hatırlarsınız, İstanbul'da lüks bir mağazada benzer bir indirim yapılmış, insanlar birbirini ezmişti.

Tüketim çılgınlığı böyle işliyor işte. Bazen ihtiyacımız olduğu için değil, tüketmek için ya da etrafımızdaki herkes zaten tükettiği için tüketiyoruz.

24 Kasım 2015 Salı

Düşürülen Rus Uçağından Türkmenlere Suriye Meselesinde Yanlış Bilinenler

Suriye yeni bir dünya savaşının merkezi olacak gibi görünüyor. Tabii bu konuda büyük bir tartışma da yaşanıyor. Çok temel bir iki yanlış bilgi var sık tekrarlanan. Sağlıklı bir tartışma için öncelikle bu bilgi yanlışlarının düzeltimesi gerekiyor.

1. YANLIŞ: Türkmenler Şii, niye Sünni terör örgütü Nusra tarafında savaşıyorlar?
DOĞRU: Şii olanlar Irak'taki Türkmenler. Suriye Türkmenleri, özellikle Bayırbucak'takiler Şii değil, Sünni.

2. YANLIŞ: Bayırbucak Türkmenleri IŞİD'li
DOĞRU: Bayırbucak hemen Hatay'ın güneyinde kalıyor. O bölgede ÖSO (Özgür Suriyei Ordusu) ve Nusra var. IŞİD'in Suriye'de hakim olduğu bölgeler daha doğuda kalıyor. Nusra, El Kaide'ye bağlı başka bir Şeriatçı terör örgütü. Ve IŞİD'le 2 yıldır kavgalı...

3. YANLIŞ: Rusya IŞİD'i vuruyor
DOĞRU: Yukarıda da söylediğim gibi Bayırbucak'ta IŞİD yok. Hatta Bayırbucak Türkmenleri IŞİD'i 2 yıldır o bölgeye sokmuyor. Rusya gerçekten IŞİD'i vuracaksa niye IŞİD'in hakim olduğu bölgeleri değil de Bayırbucak'ı vuruyor?

4. YANLIŞ: Rusya Kürt koridoruna karşı
DOĞRU: Rusya, geçtiğimiz günlerde PYD'yi desteklediğini açıkça ifade etmişti. Zaten Rusya, PKK'yı terör örgütü olarak tanımıyor, PKK'nın Moskova'da resmi şubesi bile var. ABD'nin Kürt Devleti projesine karşı ittifak kurulacak son ülke Rusya'dır. Rusya Kürt devletine değil, bu devletin ABD hamiliğinde kurulmasına karşı.

5. YANLIŞ: AKP, Türkmen meselesini Rusya'yla savaş çıkarmak için uydurdu.
DOĞRU: Türkmenlerin katledilmesi ve Rus uçağının düşürülmesi birbiriyle bağlantısı olmayan iki olay. Siz bakmayın yandaş medyanın Türkmen çığırtkanlığına. AKP, Türkmenleri o kadar düşünse 3 yıldır Sünni Arap örgütlerini değil Türkmenleri desteklerdi. Nitekim Bayırbucak'a Rus operasyonu bitti, Rus uçağı sonra düşürüldü. Yani amaç Türkmenleri korumak falan değil. Tayyip'in hesabı başka. Rusya'ya karşı ABD'nin desteğini yanına çekmek istiyor.

6. YANLIŞ: Türkmenleri savunan Amerikancı, Rus uçağının düşürülmesine karşı çıkan Rusçudur.
DOĞRU: Rusya-ABD savaşa doğru gidiyor, doğru. Suriye de bu savaşın asıl sahnesi. Ancak bu iki gücün ikisine de karşı çıkmak olası. Ben işte o 3. seçeneği savunuyorum. O yüzden bir anti-emperyalist (ve tabii ki anti-Amerikancı) olarak hem Rusya'nın Türkmenlere saldırısına hem de Tayyip'in Rus uçağını düşürerek savaş çıkarmak istemesine karşı çıkıyorum. Bu birbiriyle çelişen değil, aksine Atatürkçü ve anti-emperyalist olmanın gerektirdiği tutarlılıktır. Emperyalizme karşı çıkacaksanız, ABD ve Rusya'nın sadece birine değil, ikisine birden karşı çıkacaksınız.

7. YANLIŞ: Türkler Rus emperyalizmine karşı ABD'nin (ya da tam tersi olarak Amerikan emperyalizmine karşı Rusya'nın) yanında yer almalıdır.
DOĞRU: Rusya ve ABD, bütün dünyada rekabet halinde, hatta savaşın eşiğindeler. Ama üzerinde uzlaştıkları sadece 2 konu vardır: Kürdistan ve Ermenistan. Dikkat edin iki ülke de Kürt devletine karşı değil ve Ermeni meselesinde Türkiye'nin değil Ermenistan'ın yanında... Yani, iki emperyalist ülkenin de ortak bir düşmanı (ya da hedefi) varsa o da Türkiye'dir. O yüzden bu ikisinden birine karşı diğeriyle ittifak ancak bir hayaldir. Üçüncü bir tam bağımsızlıkçı seçenek oluşturmak sadece zorunluluk değil, gerçekleşmesi olası tek yoldur.

Yaklaşan 3. Dünya Savaşı'nda Türkler Tarafını Seçmeli: Atatürk Tavrı (Ne ABD Ne Rusya)

Yaklaşan bir 3. Dünya Savaşı'nda Amerikan Ordusu'na ya da Rusya Ordusu'na yazılmaya şimdiden gönüllü pek çok insan görüyorum.
Ve maalesef çoğu da kendisini Atatürkçü olarak nitelendirecek insanlar. Kimisi bakıyorum "Tayyip karşıtlığı" hassasiyetiyle ABD'ye karşı Rusya'yı sempatik görüyor. Kimisi de Rusya'nın Türkmenlere son saldırısına tepkinin yarattığı bir ruh haliyle Rusya'ya karşı ABD'ye yakın hissediyor kendisini...
Bence bu ikisi de yanlıştır. Atatürk'ün iki dünya savaşında da "tarafsızlık" politikası güttüğünü hatırlatmak durumundayım.
Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı'nın Almanya'nın yanında savaşa girmesine karşıydı. Savaş sırasında da Osmanlı Ordusu'nun Alman komutanlar tarafından yönetilmesini hep eleştirdi. (Bütün bu eleştirilerine rağmen Birinci Dünya Savaşı'nın en başarılı komutanıydı) Savaşın hemen ardından ise Damat Ferit ve Vahdettin'in İngiliz yanlısı politikalarına karşı çıktı. Mondros imzalanınca emrindeki birliklerin silahlarını sonraki bir savaş için saklamalarını sağlaması Atatürk'ün stratejik dehasının binlerce örneğinden biridir.
İkinci Dünya Savaşı'nı görmeye Atatürk'ün ömrü yetmedi, ama 30'lu yıllar herkesin yeni bir dünya savaşının yaklaştığının farkında olduğu bir dönemdi. Atatürk de buna uygun önlemler aldı. İngiltere-Fransa kutbuna da Alman-İtalyan faşist ortaklığına da uzak durdu. Sovyetler'le ilişkisinde de her zaman bir mesafe korudu. Balkan Antantı ile Balkanlar'dan gelecek bir Alman ya da İtalyan saldırısına karşı önlemler aldı. Sadabat Paktı ile ise Irak ya da İran'dan gelecek bir İngiliz saldırısını durdurmayı hedefledi.
Bir ABD-Rusya savaşı yaklaşıyor. Birinci Dünya Savaşı'ndaki gibi bu yeni 3. Dünya Savaşı'nda da esas sahne Ortadoğu olacak. İlk savaşta kaybeden İngiliz tarafı da olsa Alman tarafı da olsa kaybeden belliydi: Osmanlı. Bunu durdurmanın tek yöntemi tarafsız kalıp kaynaklarını ve askerlerini anayurdu savunmak için harcamak olmalıydı. Yaklaşan 3. Dünya Savaşı'nda da iki tarafın da hamiliğini üstlendiği iki proje var: Birincisi Kürt Devleti, ikincisi Şii Hilali... Bu iki proje de Ülkemizdeki Kürt meselesiyle Alevi-Sünni çatışmasını körükleyerek Türkiye'yi zayıflatacak hatta bölecek projeler... Bu yüzden kaybedecek belli: Türkiye... ABD de Rusya da bu iki projeye hayır demiyor, aralarındaki mücadele kimin hamiliğinde gerçekleşecekleri...
Bize düşen, ABD-Rusya savaşında bir taraf seçmek değil, Türk tarafını güçlendirmek olmalıdır. Savaş çığırtkanı ve ABD uşağı AKP ile olacak şey değil elbette bu. O yüzden en acil mesele Tayyip'in savaş tamtamlarına karşı direnmektir. Türkiye'nin uzun vadeli çıkarı bunu gerektirir. Türk düşmanı Tayyip'in "başkomutanlığında" girilecek bir savaş sonucu ne olursa olsun bir tek Türk'e zarar verir...

23 Kasım 2015 Pazartesi

Yine, Yeni, Yeniden Türkmen Meselesi: Rusya'nın Algı Operasyonuna Dikkat

Yandaş medyanın Türkmenleri desteklemesiyle birlikte herkeste bir kafa karışıklığı...

Acaba Türkmenleri desteklemek doğru mu? Türkmenlerin katledildiği yandaş medyanın uydurduğu bir yalan mı? Türkmenleri savunmak bizi AKP'nin yanına mı koyar?

Bu soruların hepsi gayet mantıklı ve makul sorular. Yandaş medyanın Kabataş gibi uydurmalarını bildiğimiz için Türkmen meselesine de kuşkuyla yaklaşılması normal.

Ancak...

Rusya o füzeleri ve bombaları bedavaya atmıyor. Milyonlarca dolarlık bir maliyeti var son operasyonların. Şimdi, eğri oturup doğru konuşalım. Yeni bir dünya savaşının başlamasını bile göze almış, milyonlarca dolar maliyetli bir operasyona girişen Rusya, sizce Türkiye'de sosyal medyada olsun, yazılı/görsel medyada olsun bir yerleri beslemez mi?

Mesela twitter'da bir hesap Türkmenlerle ilgili paylaşılan yalan yanlış resimleri tek tek açıklıyor. Benzerini Doğu Türkistan meselesinde de yaşamıştık. Kimi densizler, internette bulduğu vahşet fotoğraflarını soydaşlarımız katlediliyor diye paylaşıyor.

Peki...

"Türkmenler (ya da önceden Uygurlar) zulüm görmüyor, hepsi uydurma" diyenlerin bir numaları savunusu ne? Bu yalan yanlış fotoğraflar. Öyleyse, bu yalan yanlış görselleri piyasaya sürenler Türkmenlere ya da Uygur Türklerine destek olmak isteyenlerin kafasını karıştırmak isteyenler olamaz mı?

Tekrar ediyorum, milyonlarca doları füzeye, bombaya yatıran Rusya, çok daha ucuz maliyetle böyle bir algı yönetimi operasyonuna da girişmez mi?

O yüzden birkaç çarpıtma/yalan habere bakıp "Orada Türkmenler katledilmiyor" sonucuna varmak çok sağlıklı değil.

Bir diğer sorun da yandaş medyanın Türkmenlere verdiği destek.

Bunun da samimi olmadığını söylemek durumundayım. Türkmenler AKP'nin çok umurunda olsaydı Türkmen gruplara yardım eder, onları Sünni/Arap grupların insafına terk etmezdi. Ancak AKP, milliyetçi değil de ümmetçi/mezhepçi bir parti olduğu için Türkmenlere sahip çıkmaktansa Nusra-IŞİD-El Kaide gibi Sünni gruplara desteği tercih etti.

Peki yandaş medya niye numaradan da olsa Türkmenleri savunuyor? Birincisi, Suriye'nin kuzeyine bir askeri harekât düzenlemek için bahane yaratıyor. Ama dikkat edin, Rus uçakları Türkmen yerleşim bölgelerini darmadağın ettikten sonra bunu yapıyor. Yani bölge zaten Türksüzleştikten sonra... Yani ABD-Rusya Suriye'de çatışacak. Türkiye de müdahil olacak. Ama Türkmenler zaten öldürülmüş ya da yerinden yurdundan ayrılmış olacak. Savaşı ABD kazansın, Rusya kazansın fark etmez, Türkmenler bölgeden uzaklaşmış olacak.

Bizim işaret etmek istediğimiz de bu gerçek. Türkiye, ABD-Rusya çatışmasında bir taraf olmaktansa 2. Dünya Savaşı öncesi Atatürk'ün yaptığının bir benzerini yapıp kendi stratejik ihtiyaçları doğrultusunda bağımsız tavır almalı. Hatırlayın, Atatürk güneyindeki ülkelerle Sadabat Paktı, batısındakilerle de Balkan Antantı'nı kurmuş, yaklaşan dünya savaşı öncesinde kendi stratejik savunmasını gerçekleştirmişti.

Suriye ve Irak'taki iç savaşta da Türkiye böyle yapmalı, Türkmenleri destekleyen bir tavır içine girmeliydi. AKP gibi ümmetçi/mezhepçi bir partiden böyle milliyetçi ve tam bağımsızlıkçı dış politika beklemek hayal. Gelinen şu aşamada da yapılacak çok bir şey yok.

Ama en azından şunu yapabiliriz: Türk kamuoyu ayağa kalkar, Türkmen yerleşim bölgelerine yapılan ve sivillerin ölümüne ya da göç etmesine neden olan operasyonlar eleştirilir. Rusya daha dikkatli davranmak zorunda kalır. "Rusya, Nusra'yla savaşırsa savaşsın, bizi ilgilendirmez, ama sivil Türkmenlere zarar vermesin" mesajı verilir.

Ama maalesef, Rus istihbaratının sözcüleri öyle bir hava estirdi ki, Türkmenleri savunmak AKP yandaşlığı gibi görülür oldu.

Halbuki...
1. AKP Türkmenleri hiçbir zaman savunmadı, şimdi de başka hesaplar peşinde savunur gözüküyor.
2. AKP'nin PKK karşıtlığına nasıl inanmıyorsak, Türkmen yandaşlığına da inanmamalıyız.
3. AKP zaten Türkmenleri savunsa bugün Bayırbucak düşmez, Türkiye'nin desteğiyle Türkmenler direnirdi. Hiçbir Türkmen de Sünni Arap gruplara katılmak zorunda kalmazdı.

O yüzden Türkmenleri savunmak AKP yandaşlığı değil, AKP'nin asla yapmadığı ve yapmayacağı bir stratejik doğruyu benimsemektir.

Ayrıca bugün Türkmenleri savunmak sanıldığı gibi Amerikancılık da değildir, çünkü Rusya nasıl Suriye'de Türkmenleri katlediyorsa, aynısını ABD de Irak'ta yapmıştı. Kürtler nasıl her iki emperyalist ülkenin de müttefikiyse, Türkmenler ortak düşmanlarıdır...

22 Kasım 2015 Pazar

Suriye'de yaşananları anlamak için yanıt bekleyen 10 soru

1. IŞİD'in Avrupa'daki iki büyük saldırısı da (Charlie Hebdo ve Paris) neden Fransa'da gerçekleşti?
2. ABD, IŞİD'e neden bir tek Kürt kontrolündeki bölgelere (Kobane ve Kerkük) saldırdığında müdahale ediyor?
3. Suriye’de Rusya, Irak'ta ABD Türkmenlere saldırıyor Kürtleri koruyor. Hiçbir konuda anlaşamayan hatta savaş noktasına gelen bu iki emperyalist ülke neden Türkmen karşıtlığında ve Kürt hamiliğinde buluşuyor?
4. Suriye'de Esad karşıtı her silahlı kuvveti destekleyen Tayyip neden bir tek Türkmenlere yardım etmedi? Ve AKP'liler 3 yıldır sahip çıkmakları Türkmenlere neden şimdi destek açıklamaları yapıyor?
5. Suriye Türkmenleri Türkiye'den hiç destek almadıklarını defalarca açıklamıştı. Neden AKP'liler şimdi "MİT TIR'larını durdurdunuz, Bayırbucak Türkmenlerine destek gönderemedik, bakın şimdi katlediliyor" diyorlar.
6. Rusya'nın bombaladığı petrol yüklü tankerler Çalık grubunun mu? Taşınan petrol IŞİD'in mi? Tayyip bu petrol ticaretinden komisyon alıyor mu?
7. IŞİD'e operasyon yapıyoruz diyen Rusya niye IŞİD'in hiç olmadığı Lazkiye bölgesini bombalıyor? Türkmen köyleri neden hedefte?
8. Sınır kapılarını 2.5 milyon Suriyeli için açan AKP neden Türkmenlere kapatıyor?
9. Apo'nun ve Perinçek'in can dostu Mihraç Ural'ın da Lazkiye'deki çatışmalarda Türkmenlere karşı savaştığı doğru mu? Apo-Hafız Esad bağlantısını 12 Eylül sonrası Mihraç Ural kurmuştu. Şimdi de PKK-Esad bağlantısını yine bu ikili mi sağlıyor? Perinçek’in Esad ziyaretinin anlamı bu muydu?
10. Bir Şii Hilali kuruluyor: İran-Irak'taki Şii yönetim-Suriye'de Esad rejimi-Lübnan'da Hizbullah. Bu Şii Hilali'nin hamisi ABD mi Rusya mı olacak? Hilal'in hemen kuzeyinde kurulan Kürt koridoru devlet haline gelecek mi?

21 Kasım 2015 Cumartesi

Bayır Bucak Türkmenlerini savunmak AKP yandaşlığı mıdır?

Atatürkçülüğünden, Türklüğünden ve samimiyetinden en ufak bir şüphe duymadığım kimi arkadaşların bu konuda net olmadığını görüyorum. Kısaca açıklayayım...

AKP Suriye'deki iç savaş başladığından beri, malum, oradaki Sünni silahlı gruplara yardım etti. Halbuki Türkiye'nin yapması gereken hem Irak hem de Suriye'deki Türkmenlere destek olmaktı. Mezhepçi kafa nedeniyle böyle yapmadılar. Irak'taki Türkmenleri Şii oldukları için tamamen yalnız bıraktılar. Suriye'deki Türkmenler ise Sünni ama onları da Nusra, IŞİD gibi Sünni grupların kucağına attılar. Suriye Türkmenleri de Sünni ve Nusayri Araplar arasındaki savaşta Türklükleri üzerinden 3. bir kutup olamadılar.

Türkiye, Türkmenleri destekleseydi oradaki denklemde Türkmenler ayrı bir güç olabilirdi. Bakın Kürtlere, nüfus olarak Suriye'de Türkmenlerden çok daha zayıf olmalarına rağmen Türkiye sınırına hakim oldular.

O tren kaçtı. Artık Irak'ta da Suriye'de de bir Türkmen gücünden bahsetmek mümkün değil. Maalesef...

Rusya ve Esad güçleri de fırsat bu fırsat IŞİD'i bahane ederek Bayırbucak'taki 200 binden fazla Türkmene etnik temizlik uyguluyor.

Peki AKP'nin şimdiki (sözde) desteği?

Birincisi, AKP her zamanki gibi "milliyetçilik" taslıyor. AKP'nin bugünlerdeki Türkmen yanlısı söylemlerine bakıp inanmayın. Çözüm Sürecinde Apo'yla masaya oturup şimdilerde PKK karşıtlığı yapmalarına inanmadığımız gibi...Madem Türkmenleri çok destekliyorlar 3 yıldır niye yardım etmediler?

İkincisi, yandaş medyanın konuyu bu kadar gündeme getirmesinin temel nedeni MİT TIR'ları meselesidir. IŞİD'e giden yardımı "Bayırbucak Türkmenlerine gönderiyorduk" diye açıklamışlardı hatırlarsanız. Suriye Türkmenleri "bize gelen herhangi bir yardım yok" diye yalanlamıştı bunu. Şimdi ise "Bakın Türkmenlere gönderdiğimiz silahları engellediniz, şimdi katlediliyorlar" diye yalan söylüyorlar. Akılları sıra MİT TIR'larını meşrulaştıracaklar.

Arkadaşlar, oyuna gelmeyin. Türk Türk'tür.

Bayırbucak hemen Hatay'ın güneyinde. Bir Hataylı ne kadar Türk'se Bayırbucak Türkmenleri de o kadar Türk. Bir kısmı şimdilerde Sünni Arap örgütlerini destekliyor diye 200 bin Türkmenin yerinden yurdundan sürülmesine ve katledilmesine sessiz mi kalacağız? Mesela %70 AKP'ye oy veren Rize'de (maazallah) böyle bir katliam olsa "Ama onlar AKP'li" diye sessiz mi kalacaksınız?

Biz Türklerin en önemli sorunu bu. Türklüğümüzden önce hep siyasi kimliklerimizi ön plana koyuyoruz. Ama bakın elin Almanına, Rusuna, Fransızına vs. Kendi milli çıkarları söz konusu oldu mu nasıl sağı solu bir kenara bırakıyorlar...

Mesela Fransa. 1800'den beri Krallık oldu, Cumhuriyet oldu, imparatorluk oldu, Sosyalisti yönetti, sağcısı yönetti ama dış politikası hep aynı kaldı.

Ya da Rusya. Çarlık zamanında da, Bolşevik yönetiminde de, şimdiki Putin döneminde de değişmez dış politikası vardır.

Veya Kürtler... Bakın en sağcısından en solcusuna bütün Kürtler HDP'de birleşmedi mi?

Peki biz Türkler? Eski Osmanlı coğrafyasındaki Türklere niye destek olmayız? Bulgaristan, Yunanistan, Irak, İran ve Suriye... Bu ülkelerde 10 milyondan fazla Türk yaşıyor. Yunanistan nüfusu kadar. Niye bu Türklere dayanan bir dış politika belirlemeyiz de ya Rusya'nın ya da ABD'nin tarafında bu paylaşım savaşında piyon olmayı içimize sindiririz?

Her millet kendi çıkarını ve geleceğini düşünürken biz ne yapıyoruz?

Bize ne Suriye'nin, Irak’ın toprak bütünlüğünden...

25 yıldır sürdürülen bu politika yüzünden Suriye ve Irak'ın kuzeyinde Kürtler devlet kurma noktasına gelirken Türkmenler hep mevzi kaybetti, katledildi, sürüldü.

Şimdi de Rus emperyalizmi gelmiş Suriye'deki Kürt devleti için Akdeniz'e koridor açıyor kimi arkadaşlar hâlâ "Suriye'deki meşru rejim Esad'dır. Türkmenler hain" masalını dillendiriyor. Hatta kimileri çıkmış Türkmenleri PKK'yla bir tutuyor.

Oyuna gelmeyin.

Rusya'nın ve ABD'nin Türkmenleri katledip kaçırarak boşalttığı bölgeye Kürtler yerleşiyor. Kerkük'ten Akdeniz'e kadar... Siz "Türkmenler PKK gibi" derken o bölge PKK'nın oluyor...

AKP bugün var yarın yok. Ama Türkmenler 1000 yıldır yaşadığı o bölgeyi terk ederse mesela 50 yıl sonra Türkiye'nin o bölgede nasıl bir gücü olabilir?

Lütfen...

1800'den beri Osmanlı coğrafyası paylaşılıyor. Birinci Dünya Savaşı’nın çıkış nedeni de buydu. Sömürgeleştirilen son bölge Osmanlı coğrafyasıydı ve bu bölgede paylaşım savaşı hâlâ sonuçlanmadı. Biz Türklerin yapması gereken bu paylaşım savaşında ABD'nin, Rusya'nın, Fransa'nın, İran'ın, Sünni olsun Şii olsun Arabın, yani taraflardan birinin yanında yer almak değil bu coğrafyayı yüzlerce yıl yönetmiş bir millet olarak kendi çıkarımızı ve soydaşlarımızı savunmak olmalıdır.

Başımızda mezhepçi/Türk düşmanı AKP olduğu sürece böyle bir şeyi Türk Devletinin yapması tabii ki mümkün değil. Ama bu, hemen yanı başımızda Türkmenler katledilirken sessiz kalmamızı gerektirmez. Nasıl ki, AKP bugün PKK karşıtı söylem kullanıyor diye PKK karşıtlığını bırakmıyorsak yandaş medyanın sözde Türkmen savunusu yüzünden de Türkmenleri yalnız bırakmamalıyız.

17 Kasım 2015 Salı

(Sözde) Dersim Katliamı Niye Gündemden Düştü?

Bugün 17 Kasım.
1937 Dersim İsyanının bastırılmasının ardından Atatürk'ün Tunceli'ye gidişinin 78. yıldönümü...
Sözde Dersim katliamıyla ilgili yalanlara yanıt vermek değil niyetim. Bu konuda zaten 200 küsür sayfalık 3 baskı yapmış bir kitabım var: "Dersim Yalanları ve Gerçekler". Serap Yeşiltuna da, malum, 1937 ve 38 Dersim Harekâtlarının bütün devlet belgelerini yayınlamıştı.
Başka bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Son 4-5 yıldır, yani AKP'nin Kürt Açılımı başladığından beri, tüm Türkiye Dersim İsyanını tartışırdı. Tayyip açıklamalar yapar, Hüseyin Aygün gibi CHP milletvekilleri "katliam yapılmıştır" der, sözde katliamı anlatan uyduruk kitaplar yayınlanıdı vs. Ayşe Hür, Mustafa Armağan gibi Atatürk düşmanı tarihçilere de gün doğar, Dersim meselesi üzerinden Cumhuriyet'e kinlerini kusarlardı.
Bu sene ise, dikkat ettiyseniz, böyle bir gündem olmadı. Nedeni gayet basit: AKP-liberal-PKK ittifakı bozuldu. HDP "Seni Başkan yaptırmayacağız" dediğinden beri Çözüm Sürecinin nasıl buzdolabına kaldırıldığını Hazirandan beri görüyoruz. Ayşe Hür gibi Dersim'de katliam olduğu yalanını savunan "liberal" tarihçileren ise pabucu çoktan dama atıldı. Hatırlarsınız, Ayşe Hür'ü çok seven AKP'liler, II. Abdülhamid'i de eleştirmeye başlayınca "Orada bir dur. Atatürk'e saldırırsan bağrımıza basarız ama Osmanlı'ya laf etmeni kasul etmeyiz" diyerek onu aforoz etmişlerdi.
Anlayacağınız her sene yandaş medya tarafından manşetlere çıkarılan Dersim meselesi de Çözüm Süreciyle birlikte buzdolabına kaldırılmış. Derin Tarih gibi Atatürk düşmanı AKP yandaşı Mustafa Armağan'ların dergileri de bu konuda artık suskun. Zaman vs. Cemaat'in yayın organları da artık Dersim meselesini gündeme getirmiyor.
Kısacası savunduğumuz şu gerçek bir kez daha kanıtlandı: "Atatürk Dersim'de katliam yaptı söylemi bir tarihsel gerçek değil; siyasi, konjonktürel bir yalandır"
Öyle olmasa bölücü koro 5 yıllık yaygaranın ardından bir anda bu sene olduğu gibi susar mıydı?
Resimler:
1. Atatürk'ün Tunceli/Pertek'te açtığı Halkevi
2. Atatürk'ün Tunceli'de Munzur nehri üstünde açtığı Singeç Köprüsü. Atatürk'ün bizzat açtığı tek köprü budur çünkü büyük simgesel önemi vardır. Dersim İsyanı bu köprüyü yakarak başlamıştı!
3. Manevi kızı Sabiha Gökçen, Atatürk'ün bu Tunceli ziyaretinde sürekli yanında bulunmuştu. Bu da çok önemli simgesel bir karardır. Malum, Sabiha Gökçen de Dersim isyanını bastıran Harekâta pilot olarak katılmış ve dünyanın ilk kadın askeri pilotu olmuştu.
4. Sabiha Gökçen, Harekâta katılmadan önce Atatürk'ün elini öperek veda ediyor. Sabiha Gökçen anılarında o günü ayrıntısıyla anlatır. Atatürk kendisine bir tabanca hediye etmiş ve şöyle demiştir: "Uçağın düşer de eşkıyanın eline düşersen savaşmaya devam et, son kurşunu da kendine sakla. Benim kızımsın diye sana çok eziyet ederler" İşte Atatürk kararlılığı...
5. Atatürk ve Sabiha Gökçen Tunceli ziyaretinde bir dinlenme anında.
6. "Dersim Yalanları ve Gerçekler" kitabım

5 Kasım 2015 Perşembe

Evet Umutluyum... Zaten Umuda Zor Zamanlarda İhtiyacınız Olur

Yılmaz Odabaşı “Bu ülkede yaşanmaz artık” deyip Fransa’ya göç etmeye karar vermiş.
Uğur Dündar Halk TV’deki “Halk Arenası” programına son vermiş.
Cüneyt Ülsever de yazı yazmamaya karar vermiş...
1 Kasım sonrası peş peşe gelen haberler bunlar.
Aklıma Atatürk’ün şu sözleri geldi: “Umutsuz durum yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.”
İyi zamanlarda umutlu olmak kolaydır. Umut dediğiniz şey, kötü zamanlarda hayata tutunmanızı sağlayan duygu değil midir?
AKP %49.5 almış, şimdi mi umutlanacağız dediğinizi duyar gibiyim.
Evet, asıl şimdi umutlanacağız. Daha doğrusu umutlu olmaya asıl şimdi ihtiyacımız var.
***
Umut…
Sanırım umudu en iyi anlatan şair Nazım’dı. Normal, çünkü hayatı hapishanelerde geçmiş. Umuttan başka tutunacak neyi vardı ki?
Bir şiirinde şöyle der Nazım:

Güneş doğarken hiç umut yok mu
Umut umut umut........... umut insanda.

Bir diğerinde şöyle umut verir bize:

Umuda bin kurşun sıksa da ölüm
Unutma umuda kurşun işlemez gülüm
Alsa da bizi çukuruna ölüm
Unutma ki fidanlar da çukurlarda büyür gülüm.

“Umutsuz yaşanmıyor” sözü de Nazım’ındır…

Ve Nazım, zor zamanlarda sarılacağınız şu umut dizilerini miras bırakmıştır:

güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler
göre-
        ceğiz..
***
Karanlık bir dönemde yaşamasak, bir diktatörün zulmünden kurtulmak istemesek, umuda niye ihtiyacımız olsun ki?
Kolay mı bir diktatörü devirmek? Hitler kolay mı devrildi?
Mussolini 20 yıldan fazla yönetmedi mi İtalya’yı?
Ya Franco? İspanya’nın ünlü faşist diktatörü tam 39 yıl anasını ağlattı bir ülkenin…
Şili’nin ünlü diktatörü Pinochet? 16 yıl kesintisiz bir baskı-zulümle yönetti ülkeyi…
Diktatörler öyle kolay devrilmezler. Uzun soluklu bir mücadele gerekir.
İşte o yüzden umuda ihtiyacınız olur. Bugün yarın kazanamayacağınız, ama uzun süre emek vererek kazanacağınıza emin olduğunuz bir mücadelede en güçlü silahınız umuttur.
O yüzden AKP’liler umudumuza savaş açtı.
Ve işte bu yüzden yorulup kenara çekilenler, umutsuzluğa kapılanlar bu kadar gündeme getiriliyor.
***
Bir diktatörü devirmek, sadece o gününüzü değil geleceğinizi de kurtarır. Demokrasi ve özgürlük diktatör devrildi mi gelir, doğru. Ancak ödenen bedel, demokrasi ve özgürlüğün değerini de artırır.
Demek ki, Türk milleti bu günleri yaşamalıymış. Özgürlüğün ve demokrasinin değerini öğrenmeliymiş.
O bedeli ödemeliymiş ki hak etsin özgürlüğü ve demokrasiyi...
O bedeli ödemeye hazır mısınız? Özgürlüğü ve demokrasiyi hak etmeye var mısınız?
Umut? Umut var diyenlerden misiniz?  
***

Arkadaş Özger, genç yaşta yitirmesek, Türk şiirinin en güçlü kalemlerinden biri olacaktı. Onun bir şiiriyle sonlandıralım yazımızı:

beni umutsuz koma
tarihle avutma beni
çünki aşkla sınanmışım sana
sana yangınla, suyla, ateşle
ölümle, yaprakla, şiirle sınanmışım
ey yaşarken kanayan acı
şimşekli gök, tufan, kan fırtınası
uçurum kıyısında hızla büyüyen ot
yapraksız bir ölümün anısı için
körpecik kuzuların derisi için
beni tarihle avutma
umutsuz koma beni


3 Kasım 2015 Salı

MHP Neden Kaybetti

1 Kasım sonuçları, AKP dahil, herkes için sürpriz oldu. AKP’nin 7 Haziran’dan beri yürüttüğü kaos stratejisinin nasıl sonuç vereceği bir muammaydı. AKP düşmekte olan oylarını koruyabilir, hatta arttıra da bilirdi. Ama %49 ile 2011 seçimleri seviyesine geri döneceğini en yandaş anket şirketleri bile öngörememişti.
AKP nasıl kazandı sorusundan çok “Muhalefet nasıl kaybetti” sorusunu yanıtlamak gerekmektedir. Bugünlük MHP için bir analizle başlayalım.
MHP’nin oy oranları ve sayıları 2011 seçimlerinden beri şöyleydi:

2011, %12.98, 5.575.993 oy, 53 milletvekili
7 Haziran 2015, %16.29, 7.520.006, 80 milletvekili
1 Kasım 2015, %11.93, 5.599.492, 41 milletvekili

MHP 2011’den de Geriye Düştü

MHP’nin yaşadığı çöküş ortada. Üstelik, 2011 seçimleri de değerlendirmeye alındığında çöküşün daha büyük boyutta olduğu görülecektir. MHP, 2011’de %13 gibi bir orana sahipken, özellikle Karadeniz ve İç Anadolu’da AKP seçmeninden kazandığı oylarla 7 Haziran’da %16.3’e ulaşmıştı. 1 Kasım’da ise %12 oyla, sadece 7 Haziran’da kazandığı %3.5 kadar oyu kaybetmekle kalmamış, 2011’in de gerisine düşmüştür. 2011’le kıyaslandığında %1’lik bir gerileme söz konusudur.

MHP 7 Haziran’da Oylarını Nasıl Artırmıştı?

MHP’nin 1 Kasım’da neden kaybettiğini anlamanın yolu biraz da 7 Haziran’da neden kazandığını ortaya koymaktan geçiyor. MHP 7 Haziran seçimleri öncesinde çok doğru bir kampanya yürütmüştü. CHP başta olmak üzere muhalefete asla sataşmamış, bütün gücüyle AKP’ye yüklenmişti. Hatta PKK/HDP karşıtı söylemini bile ikinci plana atarak, 17-25 Aralık operasyonunu öne çıkarmıştı. Bir yandan da Tayyip’in kurmaya çalıştığı diktatörlük sistemine karşı bir söylem de geliştirmişti. Bu söylem Gezi eylemlerinden beri başlayan, 17-25 Aralık’tan sonra ise giderek artan AKP karşıtı havanın AKP seçmeninde de yer bulmasını sağlamıştı. MHP’nin 7 Haziran’da AKP’den kazandığı %3.5 oyun sırrı buydu.

Diğer yandan, 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP ile ortak aday olarak göstermesi ve yine bütün muhalefetle birlikte bu adayın arkasında durarak seçim çalışmalarını yürütmesi de MHP açısından çok olumlu puanlar getirmişti. MHP böylece hem 80 öncesinden kalma “kavgacı/marjinal” imajını ortadan kaldırmayı hem de Gezi eylemlerinden sonra Tayyip’in yarattığı “gerginlik ortamı”ndan rahatsız olan kesimlere “ılımlı” mesajlar vermeyi başarmış oluyordu.

Bahçeli’nin 7 Haziran Gecesi Yaşadığı Keskin Söylem Değişikliği

7 Haziran gecesinden başlayarak MHP’de, daha doğrusu Bahçeli’de keskin bir söylem değişikliği yaşandı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beri, çok doğru bir şekilde, CHP’ye vurmayı bir kenara bırakmış MHP, bir anda CHP karşıtı bir söylem geliştirdi. Halbuki AKP %40’da kadar gerilemiş ve ilk defa tek başına iktidar şansını kaybederek muhalif kesimleri umutlandırmıştı.

Bahçeli’nin ilk geceden CHP ile koalisyona yanaşmayacağı açıklamaları muhalif kesimlerde büyük hayal kırıklığı yarattı. Kılıçdaroğlu’nun bir jest yaparak “gerekirse başbakanlığı da MHP’ye bırakırız” şeklindeki son derece makul koalisyon teklifini “Bizi başbakanlıkla kandırmaya kimse cüret edemez” gibi herkesi şaşırtan sertlikte reddetti. CHP’ye yönelik bu uzlaşmaz tavrını Meclis Başkanlığı seçimlerinde de devam ettirdi. Bahçeli’nin CHP’den HDP’ye kayan oylar üzerinden yaptığı “Boğazda viski içip HDP’ye oy veren şerefsizler” gibi söylemleri de tepki topladı. MHP, 7 Haziran öncesi “AKP karşıtı” pozisyondan bir anda “sol karşıtı” söyleme dönmüş oluyordu.

Böylece Bahçeli, Gezi eylemlerinden beri başlayan AKP/Tayyip karşıtı muhalefet bloğunu parçalamış oluyordu. Bu bloğun parçalanması, Tayyip’in de devrilmeyeceği anlamına geliyordu. Tayyip devrilmeyecekse, MHP’ye kaymış AKP seçmeninin de geri dönmesi gayet normal bir şeydi… Sonuçta o oylar MHP’ye CHP düşmanlığı yapsın diye değil, AKP’yi devirsin diye gitmişti…

MHP Sayesinde AKP “PKK İşbirlikçisi” İmajını Düzeltti

MHP’nin HDP karşıtı bir söylem geliştirmesi, hatta bu söylemi ön plana çıkarması anlaşılır bir şeydir. Ancak 7 Haziran öncesinde ikinci plana ittiği HDP meselesini, 8 Haziran’dan itibaren neden bu kadar öne çıkardığını anlamak da mümkün değil. MHP’nin bir anda HDP karşıtı söyleme sarılması aslında AKP’ye yaradı. AKP, MHP’ye kaptırdığı oyları “PKK karşıtlığı” yaparak geri kazanabileceğini düşünüyordu. MHP’nin ısrarla dikkatleri HDP’nin 80 milletvekiline çekmesi ve “CHP gitsin HDP’yle koalisyon yapsın” gibi söylemleri tam da Tayyip’in istediği zemini de yaratmış oluyordu.

Ardından Saray'ın yönettiği kaos planı devreye girdi. Bir anda PKK terörü patlak verdi. Ve ardı ardına şehitler gelmeye başladı. MHP ise, Saray'ın yönettiği bu kaos döneminde PKK-HDP karşıtı tavır koymasa, AKP’den kazandığı oyları kaybedecekmiş gibi bir endişeye kapıldı. AKP de gerek sosyal medyadaki trolleri gerekse yandaş medyasıyla bu endişeyi körüklemeyi başardı. Sonuç olarak Bahçeli, bu kritik dönemde eleştiri oklarını AKP’ye yöneltmek yerine “PKK terörü artıyor” söylemine sarıldı. Böylece “Açılımcı, PKK işbirlikçisi AKP” imajı, MHP’nin de yardımıyla “PKK’yla mücadele eden AKP”ye dönüşmüş oldu.

MHP’nin PKK Karşıtlığı İnandırıcı Bulunmuyor

MHP, AKP tabanından oyları hırsızlıklara ve diktatörlüğe vurarak almıştı. Bu tavrına devam etse, yani muhalefet bloğunu parçalamasa bu oyları koruyabilirdi. Ancak bunu yapmadı. Aksine, AKP’nin PKK’ya karşı başlattığı “sözde” mücadeleyi de destekleyerek kendi topuklarına sıktı. Böylece AKP, “PKK’yla savaşıyoruz, destek olun” söylemiyle MHP’ye kayan oyları geri almayı başardı.

Seçmenler bir partiye çeşitli beklentilerle oy verir. Bu beklentilerinin karşılanmadığını düşünürse de oyunu geri çeker. Bir benzerini 2002 seçimlerinde yaşamıştı MHP. 1999 seçimlerinde, Apo’nun da yakalanmış olmasının yarattığı havayla %18 gibi tarihinin en yüksek oranına ulaşmış, ancak iktidar ortağı olmasına rağmen Apo’yu idam edilmesini sağlayamadığı için 2002’de baraj altında kalmıştı. MHP’ye “Apo’yu assın, PKK’dan hesap sorsun” diye oy veren %9-10’luk bir kesim desteğini geri çekmişti.

MHP’nin 1 Kasım’da yaşadığı düşüşün nedeni de budur. AKP’nin hırsızlıklarından, Tayyip’in diktatörlüğünden ve Türkiye’nin gidişatından endişe duyan %3-4’lük bir AKP’li kesim MHP’ye yönelmişti. Ama bu kesim 7 Haziran sonrası MHP’nin bu konularda hiç de endişeli olmadığını gördü, beklentileri karşılanmadı. AKP’nin yarattığı “PKK’ya karşı mücadele ediyoruz” havası, MHP’nin de bu havayı körüklemesiyle bu kesim AKP’ye geri döndü. Madem terörle mücadele edilecekti, AKP’nin tek parti iktidarı tercihe edilebilirdi bu kesime göre. Ayrıca, MHP’nin uzlaşmaz tavrı da, Türkiye’yi bir belirsizliğe sürüklemekteydi. AKP bu hissiyatı da kullanarak “madem muhalefet koalisyon kurmayı beceremiyor, AKP iktidarına devam” kararının oluşmasını sağladı.

MHP, 3 Kasım’dan Sonra 1 Kasım’da da İktidarı Altın Tepside AKP’ye İkram Etti

MHP bu şekilde ikinci kez iktidarı altın tepside AKP’ye vermiş oluyor. İlki, hatırlayacaksınız 3 Kasım 2002 seçimleriydi. Bahçeli, krizden yeni çıkmış bir hükümetin ortağı olarak “erken seçim” çağrısında bulunmuştu. Bu çağrının tam bir siyasi intihar olduğu ortadaydı. 2001’de kriz yaşamış bir Türkiye 2002’deki seçimde elbette hükümet ortağı partilere oy vermeyecekti. Nitekim 3 Kasım 2002’de kriz hükümetinin üç ortağı, DSP-MHP ve ANAP, büyük hezimet yaşayıp baraj altı kaldılar. AKP de tek başına iktidara geldi. Seçim Bahçeli’nin istediği gibi erkenden 2002’de değil de, 2003’te vakti geldiğinde yapılsa, AKP tek başına iktidar olmayabilirdi. Bu nedenle AKP iktidarının başlaması biraz da Bahçeli’nin hediyesidir.

Benzer bir hediyeyi Bahçeli 1 Kasım 2015’te de verdi AKP’ye. 7 Haziran’da büyük bir fırsat tepildi Bahçeli yüzünden. Tek başına iktidar şansını yitirmiş bir AKP, devrilebilir, farklı bir hükümet ve bürokrasiyle adil bir erken seçime gidilebilir ve AKP tarihin çöplüğüne atılabilirdi. Kısacası 1 Kasım, 3 Kasım’dan sonra Bahçeli’nin ikinci iktidar hediyesidir AKP’ye…

MHP, AKP Karşıtlığı Yapmadan AKP Tabanından Oy Alamaz

2011’le karşılaştırıldığında MHP, %1 oy kaybı yaşamıştır. 2011-2015 arası Oslo demektir. Açılım demektir. PKK’yle masaya oturulması demektir. Böyle bir dönemde dahi MHP’nin oy yitirmesi üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. MHP’li arkadaşlar belki kızacak ama, dost acı söyler: MHP’nin PKK karşıtı söylemi inandırıcı bulunmuyor. Bunun en önemli nedeni MHP’nin 1999’daki iktidarında Apo’yu asamamasıdır. Ve dikkat edin, Türkiye’de ne zaman milliyetçilik yükselse ve AKP “PKK yandaşlığı”yla suçlansa, Tayyip hep aynı savunmayı yapar: “MHP, Apo’yu ipten kurtardı.” Algı bu. Ve AKP hep bu algıya oynayarak milliyetçi oyların MHP’ye kaymasını engelliyor.

MHP, PKK karşıtlığını bıraksın demek istemiyorum. Asla. Sadece MHP değil, bütün partiler PKK karşıtı olsun, bu beni mutlu eder. Ama MHP, söylemlerini PKK karşıtlığıyla sınırlandırınca kaybediyor. Ve 7 Haziran sonrasında da gördük, MHP PKK karşıtlığını AKP’ye karşı gelmemenin bahanesi haline getiriyor. CHP ile birlikte Meclis Başkanı seçmemek için ya da koalisyon kurmamak için öne sürdüğü “Asla HDP’yle yan yana gelmeyiz” gerekçesi bu nedenle kimseye inandırıcı gelmedi.

MHP, 2011’den beri yaşadığı %1’lik kaybı bu şekilde değerlendirmelidir: MHP, misyonunu PKK karşıtlığıyla sınırlandırırsa kaybediyor. Çünkü bu konuda sicili (maalesef) çok temiz değil. Ne zaman ki merkez sağda AKP’nin bir alternatifi pozisyonuna bürünüyor, işte o zaman kazanıyor. Bu da gayet normal. AKP’den farkınıçı ortaya koyacaksınız ki, AKP’ye bir alternatif olarak ortaya çıkabilin ve AKP tabanından oy alın. Sonuç olarak, MHP, oklarını CHP’ye ve sol kesime yönlendirerek değil, CHP’ye ve diğer muhalif kesimlere yakınlaşarak AKP tabanından oy alabilir.

Bahçeli’deki “Cesaret” Sorunu

Aslında 7 Haziran’dan beri MHP’de yaşananların gayet basit bir açıklaması var: Bahçeli, AKP’yi devirmekten çekindi. Çünkü AKP’yi devirmek demek, bir enkaz devralmak demek. Çöken bir ekonomi, herkesi kendimize düşman etmiş bir dış politika söz konusu. Kürt meselesinde de PKK, son derece güçlenmiş bir pozisyonda bekliyor. Kürdistan ha kuruldu ha kurulacak…

Bahçeli, bence, hem devralacağı enkazdan çekindi, Kürdistan’ın kurulacağı bir dönemde iktidar olmak istemedi. Yiğidi öldür hakkını teslim et demişler. Her ne kadar CHP’ye de çok eleştirim olsa da, Kılıçdaroğlu en azından 7 Haziran sonrası sorumluluk alma konusunda Bahçeli’den daha iyi bir noktada durdu.

Anladığım kadarıyla Bahçeli ne bu ülkeyi yönetecek ne de Kürdistan’ın kuruluşunu engelleyecek cesarete sahip. 7 Haziran’da AKP’yi devirmekten ve CHP ile koalisyon kurmaktan korkmasının başka bir açıklaması olamaz.

MHP’nin bu cesarete sahip bir lidere ihtiyacı var. MHP bu dönüşümü sağlayamazsa, çok daha büyük bir hezimetle karşılaşabilir. 

Türk milletinin ayağa kalktığı günler gelecek. AKP de devrilecek, Kürdistan da engellenecek. MHP ya bu yeni dalgaya katılır ya da içinde boğulur... 

Bizden söylemesi...